25 Haziran 2012 Pazartesi

Geçmişi 'Yanan Tekne'ye atma zamanı

Eşim ve ben uzun zamandır yerli diziler yerine yabancı dizileri izliyoruz. Bize daha umut verici ve keyifli geliyor. (nedense!)
İzlediğim dizilerden birisinde 'Yanan Tekne Festivali' kutlanıyordu. Önce tekne olduğu için denizcilikle ilgili bir kutlama diye düşündüm fakat olayı anladığımda fikre bayıldım:
Kasabada yaşayanlar, kalp kırıklıklarıyla ilgili olan ve unutmak istedikleri pişmanlıkları hatırlatan eşyaları deniz kenarında duran tahtadan yapılmış bir tekneye bırakıyorlar. Festivalin son gecesi tüm kasaba halkı teknenin başında toplanıyor ve tekneyi yakıyorlar. Kasaba halkının 'yaşananları unutma ve kendilerine yeni bir şans tanıma' olayı olarak algıladıkları bu gelenek çok hoşuma gitti.
Biz belki yaşadığımız yerde toplanarak tekne yakma olayını yapamayız ama bireysel olarak kendi hayatımızdaki anılar ve eşyaları yakarak bunu gerçekleştirebiliriz diye düşündüm...
Dizide, kendisini terk eden babasına ait eşyaları yakan bir erkek çocuğu,
Nişanlısından ayrıldığı halde takmaya devam ettiği yüzüğü atmak için o günü bekleyen bir genç kız,
Annesiyle küçüklüğünde yaşadığı tüm problemlerini yazdığı günlüğü atan genç bir kadın vardı. Artık kendisi de bir anneydi ve olaylar o kadar da problemmiş gibi gelmiyordu bu genç kadına..
Elbette dizideki kadar çabuk iyileşmiyor yaralar ve kırgınlıklar. Ama hayat, sıkıntıları tekrar tekrar yaşamak için çok kısa. Umut ederek ve yeniden başlayarak yaşamak daha kolay belkide...

8 Haziran 2012 Cuma

Cadde, bugün öğleden sonra daha bir cıvıl cıvıldı. Karnesini alan küçükler anneleriyle, belki teyzeleriyle gelmişlerdi. Arkadaşlarıyla yalnız gezebilecek kadar yaşı büyümüş olanlar da üçer beşer kişilik gruplarla cadde’nin farklı köşelerindeydi.
Gençler o kadar neşeliydi ki onları neşelendiren şeyi düşündüm bir an. Hepsinin karnesi çok güzel değildi elbet onlar tatile çıkmanın keyfini yaşıyorlardı.
Eminim onlara sorsam çok yorulduklarını ve tatili hak ettiklerini söylerlerdi.
Umarım hayatlarının en güzel zamanlarının keyfini çıkarmayı başarabilirler. İleride iş hayatına atıldıklarında böyle tatilleri olamayacak ve iyi işler başardıklarında hepsi böyle ödüllendirilmeyecekler.
Bazen düşünürüm: Çocuğun derslerinin çok iyi olması, takdir veya teşekkür belgeleri alması çocuğu hayat için hazırlamaya yetiyor mu?
Benim cevabım koca bir Hayır!
Çocuğun okul hayatında başarılı olması elbette çok güzel ama yeterli değil bence.
Kendine güvenli, hayattan ne istediğini bilen ve iş disiplininin de okul hayatı kadar önemli olduğunun farkında olan bireyler yetiştirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Sadece ebeveynlerinden ‘Aferin’ almak için ders çalışmamalı çocuk. En önemli şeylerden birisinin ‘öğrenmek’ olduğunu bilmeli.
Aksi taktirde; kendine güvensiz olduğu için iş hayatında atılımlar yapamamış ve istediğini alamamış insanların, çocukluklarında almaya alıştığı ‘Aferin’ leri iş hayatında ve özel hayatında alamadığında yaşadığı mutsuzluklar çok yıpratıcı olabiliyor.

5 Haziran 2012 Salı

Bazen vazgeçmek gerekir ve her vazgeçiş yeni bir başlangıçtır


Akşamüstü balkonda otururken, karşımızdaki apartmanın önünde duran çöp konteynerına tırmanmaya çalışan bir yavru kedi ilişti gözüme.
Bir müddet izledim uzaktan. Tırmanmaya çalıştıkça düşüyor, düştükçe daha da hırslanıyordu.
En sonunda yapamayacağını anladığında uğraşmaktan vazgeçti ve bulunduğu yere uzandı. Gerindi, etrafına bakındı tekrar gerindi.
Bir süre uzandıktan sonra yatmaktan sıkılmış olmalı ki tekrar harekete geçti. Yerde bulduğu kırıntıları yemeye başladı ve hazır olduğunu hissettiğinde tekrar tırmanma çalışmalarına devam etti :) Telefonum çaldığı için eve girmek zorunda kaldım. Onun başarıp başarmadığını göremedim ama kedicik bir arkadaşımı hatırlattı bana.
 
İş hayatında hedeflediği bir nokta vardı. Uzun süre o noktaya gelmek için çalıştı fakat olmadı. Sonra harcadığı zamanın ve emeğin boşa gittiğini görüp yaşadığı sıkıntının kaybettiklerine değmeyeceğini düşündü ve tüm emeğini çöpe atma pahasına vazgeçti.
Kişisel kaprisler ve yaşadığı haksızlıklar yüzünden çok sevdiği iş hayatından vazgeçtiğini iyi biliyor, ama bunu geçici bir dönem olarak değerlendiriyordu.
 
Arkadaşım gerinme aşamasında şimdi. Geçmişteki sıkıntıları unutmaya çalışıyor. Kedinin yerden kırıntı toplaması gibi o da kendi ruhunu besliyor. Kendini tanıyor, hayattan
ne istediğini tekrar tekrar düşünüyor. Hayallerine ulaşmak için neler yapması gerektiğine bakıyor ve eksiklerini tamamlamak için çaba sarfediyor.

Kendini hazır hissettiğinde o da tekrar deneyecek ve biliyorum ki başaracak.

4 Haziran 2012 Pazartesi

Rüyalarımız için Sabretmeyi Öğrenmek...


En uzun rüyanın 90 saniyeyi geçmediğini okumuştum. Halbuki benim rüyalarım o kadar uzundur ki.  Ve çoğu rüyamı en ince detayına kadar hikaye gibi anlatabilirim.
Yaklaşık 15 sene önce ilk kez evden ayrıldığımda babamın da işi sebebiyle istanbul dışına yalnız başına gitmesi üzerine gördüğüm rüyadan ağlayarak uyanmıştım.Rüyamda babamı ölmüş gördüğümde sanki acısını hissetmiştim. O günden sonra beni bu kadar etkileyen başka bir rüya görmedim ta ki dün geceye kadar.
Büyük bir hayvan tarafından saldırıya uğrayan annemin çığlıklarını duyduğumda olayın olduğu yere doğru koşarken bir yandan da hayvana vururken ya anneme de vurursam diye düşünüyordum. Uyandığımda karnımın içinde- göğsümde- hatta bileklerimde annemin acısını hissediyordum.

Tabii bundan sonra uzun süre uyuyamadım. Yatakta dönerken odaya giren sivri sineğin ısırmasıyla kendime geldim. Huzursuzluğum azalmak yerine daha da artıyordu. Henüz geceyarısı olduğundan yapabileceğim pek birşey yoktu. Annemin sesini duymaktan başka hiçbirşeyin bana iyi gelmeyeceğini çok iyi biliyordum. Ama sabah olmasına daha çok vardı. Bu arada benim yatakta dönmelerimden olsa gerek eşim uyandı ve ona rüyamı kısaca anlattığımda elimi tutarak ‘annen iyi merak etme yarın sabah ararsın’ diyerek sakinleştirmeye çalıştı. Ama ne mümkün uykum kaçmıştı bir kere. Kalkıp salona geçsem biliyorum ki eşim de beni merak edecek ve kalkacaktı. Sabah çok erken kalkıp işe gideceği için uykusu bölünmesin diye bu fikrimden vazgeçtim. Bu sefer kafama takılan banyodaki koku aparatının sesiydi. Belli aralıklarla verdiği  koku ile birlikte çıkardığı ses ilk kez beni rahatsız ediyordu. Biraz daha yatakta döndükten sonra rahatlamamı sağlayan şeyi annemden öğrenmiştim. Bildiğim tüm duaları okumak ve sıkıntımın geçmesini dilemek. İlahi güç izin verirse sabah olacak ve ben rahatlayacaktım. Elimden geleni yaptıktan sonra bana kalan sabırla beklemekti.

Hayatta olmasını dilediğim birkaç şey var. Onların olması için de sabahın olmasını sabırla beklemem gerekiyor.
İlahi güç izin verirse dileklerim de gerçekleşecek tabii ki. Ama önce bana düşen görevleri yerine getirmeliyim. Sonra bildiğim tüm dualar ve dileklerimi dilemeli odadaki sinek ve koku aparatı gibi hayatımı etkileyecek dış sesleri duymazdan gelmeyi öğrenmeliyim. Amacıma ulaşmak için yapmam gerekenleri yaparken sevdiklerimin istekleri ve rahatını da unutmamalı gerekirse fedakarlık etmeli ve yaşadığım sıkıntılar onları üzeceği için kendi içimde yaşamalıyım.Bu zor dönemde biliyorum ki annemin bana öğrettiği inanç ve iyimserlikle birlikte elimi tutan eşimin desteği ile sabah daha kolay gelecek.

Eğer sabah olmaz ise zaten o zaman da kader diyeceğim. Demekki olmaması gerekiyordu.

3 Haziran 2012 Pazar

Aslında ne demek istiyor!!


Sabah kısa yürüyüş sonrası uğradığım kafede çay içerken kahkahalar ile okuduğum kitap:Doğan Cüceloğlu’nun hayatından kesitler sunan bir söyleşi : İnsanı Ararken DAMDAN DÜŞEN PSİKOLOG
Araştırma asistanı olarak Amerika’ya giden Cüceloğlu orada yaşadığı kültürel şokları anlatıyor. Beni en çok güldüren hikayelerinden biriydi aşağıdaki.
...
O sene İngilizce’den sınıfta kaldığı için İngilizce dersine yazılmak üzere bölüme gittiğinde çok hoş bir sekreter görmüş. Sekreter gülümseyerek ‘Hoşgeldiniz Nasıl yardımcı olabilirim’ dediğinde Doğan Cüceloğlu kararını vermiş. ‘Bu kız bana aşık oldu. Demek bunun için geldim ben Amerika’ya kısmetim buradaymış. Ama babam ne der bu evliliğe? Kız Müslüman olmayı kabul edecek mi? Ama Allah’ın emrine karışılmaz kız aşık olmuş belli.’
Yıl 1964 : Doğan Cüceloğlu biliyor ki Türkiye’de hiçbir kız karşısındakinin gözüne bakarak cıvıldamaz. Oğlandır cıvıldayan Türkiye’de. Kız soğuk durur ki yanlış anlaşılmasın. Öyle sıcak bakıyorsa kesinlikle samimidir.
Bu olay üzerine formu bırakıp dışarıya çıkmış Cüceloğlu. Öğlen vakti dolaşırken karşıdan gelen hoş sekreteri görmüş. ‘Selam versem mi vermesem mi, gülersem cıvıklık olur mu’ diye düşünürken kız yanından geçmiş gitmiş. Bizimki inanılmaz bozulmuş bu olaya.
Ev arkadaşına olayı anlatırken şu cümleleri kurduğunu anlatıyor: ‘Bu Amerikalı kızlar neden böyle? Hepsi orospu.’
Önce çok samimi davranıyor sonra tanımazdan geliyor.
Arkadaşı; orada sen değil 70 yaşında biri de olsa öyle davranacaktı. Bu ofisteki muamele şeklidir. Güleryüz gösterecek bu onun görevidir’ demiş.
Ertesi gün üniversiteye gittiğinde başka bir bölümdeki sekreter güleryüzlü, taşan enerjisiyle ‘Günaydın, Nasılsın?’ dediğinde içinden küfretmek gelmiş ve şöyle düşünmüş: benimle hiçbir alakası yok. Ofis muamele tarzı.
Bu olay sonrasında Amerika’da inanılmaz yalnızlık çekmiş. İnsanlar güleryüzlü konuşuyorlar ama bunun hiçbir anlamı yok Doğan hocaya göre hepsi formul. Kişiliğiyle falan alakası yok bunların. Selam veriyorlar ama hiçlik duygusu hissediyorsun. Ben olduğum için öyle davranmıyorlar. Benim ülkemde olsa insanlar selam vermiyorsa bu selam vermeyişte bir dürüstlük var. Selam vermiyor çünkü seni selam verilecek biri olarak görmüyor esasında.
...
Bu yazıyı okuduğumda çok şey geldi aklıma ama ilki ‘Kendi kendine gelin güvey olmak’ deyimiydi. Karşısındaki selam verdi diye hemen özel bir anlam çıkaran insanlar var mı diye düşündüm. Bu kadar çaresiz olabiliyor mu insanlar? Sanırım yalnızlık ve çaresizlik hissi böyle şeyler yaptırabiliyor.
Sonra bir de şimdiki genç kızları düşündüm. Cıvıldamak halen erkeklerin işi mi? diye.  Hayır! Bayanlarımız artık 1964 yılındaki gibi değil. Artık biz de oldukça samimiyiz :)
E
ğer kaybedecek hiçbirşeyi yoksa ve gerçekten istiyorsa yapamayacağı şey yok gibi bayanlarımızın.
O zamanlar bu samimiyetsizlik nedeniyle Doğan Cüceloğlu kendini Amerika’da pek yalnız hissetmiş . Acaba şimdiki samimiyet ve rahatlık nasıl hissettiriyordur?

1 Haziran 2012 Cuma

Kürtaj cinayet midir!

Birkaç gündür medyada konuşulan tek konu Başbakanın kürtaj yasağı!
Benim de elbet düşündüğüm şeyler var bu konuda.

Herkes gibi ben de Karı-koca olarak sadece bizi ilgilendiren bu konuda karar verme hakkının bizde olmasını dilerim. Başkasının buna hükmetmesini kabul edemem.
Ama bu ülkede o kadar yönlü ki bu konu. Kürtaj yasaklanmalı dendiğinde insanlar sosyal medyada haykırdı ‘tecavüze uğrayan kadınlar ne yapsın’ diye. Benim ülkemde kadınların istemeden çocuk sahibi olması için tecavüze uğraması şart mı? yasaklamadan önce hamile kalmamak için korunmak konusunda bilinçlendirilmeli kadınlarımız diye düşünüyorum. Eğer kadın korunmayı bilmiyor veya herhangi bir sebeple sağlığı buna elvermiyorsa erkek korunma bilincine ve sorumluluğuna sahip mi acaba?
Yaşadığı zevki aza indirgememek için prezervatif kullanmayı asla kabullenmeyen ve bu görevi kadına yükleyen erkeklerin sayısı da az değildir ülkemizde. Keza günah olduğu için prezervatif kullanmayan insanımızın da olduğu aşikar. Bu şekilde oluşan gebelikler sonucu bol sayıda çocuk doğurmak marifet değil ki. Bakamıyorsan o çocuğu mutlu edemeyeceksen ve bu şartlarda hamile kaldıysan kürtaja başvurmak elbette mecburiyettir.
Bu konuyu konuşurken anlattı bir arkadaşım: Ailesinin dördüncü çocuğuymuş. Annesi ona bazen ‘Bari sen gelmeseydin’ dermiş. O çocuk, kendisi gelmiş bu dünyaya! çünkü ailesi onun gelmesini istemese bile önlemini almak konusunda bir çabası olmamış. Dünyaya gelmesini önlemenin yolu elbette kürtaj olmamalı ama önlemin nasıl alınacağı da öğretilmeli insanımıza.

Çok göreceli bir olay aslında kürtaj yasağı: gerçekten doğmaması gereken bir çocuk ise ne olacak?
Diyelim ki tecavüz sonucu olmasın. Bir kız çocuğu düşünün ne olduğunu anlayamıyor. İlişkiyi kendi rızasıyla yaşadığı için tecavüz sayılmıyor! Ensest ilişkiden oluşan bu hamileliğin fark edilmesi  durumunda yasalar kürtaja izin vermediği için ne yapacak? Çözümü kendisi veya ailesi bulacaktır ona. Komşu ebe kadın halleder olayı.
İşte o zaman kan kaybından ölen genç kadınlarımızın sayısı arttığında ben soracağım ‘kürtaj cinayet ise bu nedir? diye.  Elbette bu kadarı da olmaz canım çok film oldu galiba…
fotoğraf: Chris Ney