22 Ekim 2012 Pazartesi

Basketbol keyfi

Dün eşime 'bir ara sosisli sandviç yemeye gidelim' dediğimde verdiği cevap çok enteresandı.
'Seni sosisli sandviç yemeye basketbol maçına götüreyim' dedi ve akşam basketbol maçı izlemeye gittik:)

Biz böyle bir çiftiz. Gezmelerimiz yemeğe, yemeklerimiz gezmeye dönüşüyor.

Ailemde futbol veya basketbol ile ilgilenen olmadığından hiçbir zaman fanatik, hatta izleyici bile olmadım.

Ortaokul yıllarında 'Harlem Basketbol şovunu' izlediğimde çok keyif aldığımı hatırlıyorum. Sanırım bu eğlence nedeniyle basketbola karşı biraz sıcaklık duyuyorum.
İlk kez yıllar önce Abdi İpekçi'de Türkiye Milli takımının maçını izlemeye gittiğimde, henüz İbrahim Kutluay basketbol oynuyordu. Oyuncular arasında Mirsad ve Hidayet'i, seyirciler arasında da Demet Şener'i görmüştüm.
O günden sonra tekrar sosisli sandviç yemek bahanesiyle de olsa basketbol izlemeye gitmekten yine keyif aldım.

Kadıköy Altıyol'dan (8A- Batı Ataşehir) otobüsü 'Ülker Sports Arena'nın önünden geçiyor.Gidişimiz çok kolay oldu yani.

Bilet almak üzere gişeye giderken 'eğer bilet yoksa biz de geri döneriz spor kompleksini görmüş olduk işte' diyorduk o kadar organize olarak gittik yani maça...
Çok uzaktan izlemenin bir keyfi olmaz diye düşünerek 2.Kategoriden yani 30 TL lik biletlerden istedik ama maalesef sadece 4.kategoride yer kaldığı için 7 TL lik biletlerden alarak içeri girdik.

Ülker Sport's Arena, çok güzel bir kompleks olmuş. Çok beğendim. Meğer burada konserler de düzenleniyormuş belki bir gün konsere de geliriz.
4.kattaki yerimize çıktık ama o kadar yüksekteydik ki başım döndü:)
Henüz karşılaşmaya bir saat olduğundan salon boştu biz de spor kompleksinde ufak bir turistik gezi yapalım dedik. İlk durak tabii ki sosisli sandviçlerimizi almak üzere büfe...
Sosislilerimizi yemek üzere 1.kategoride boş koltuklardan birine oturduk ve ısınma atışlarını yapan oyuncuları izlemeye başladık.

Oyunun başlamasına yakın anladık ki salon genel olarak boştu. Gişedeki arkadaşın neden bilet yok dediğini anlayamadık.
Belki tatil nedeniyle biletleri önceden alanlar gelmemişti. Belki de çok iyimser bir düşünce: salon boş olduğu için pahalı bileti almamıza gönlü razı olmamıştı.
Oyunu 1.kategoriden izlemeye başladık ama oyun başladıktan 5 dk.sonra olayı abartıp VIP kategorisinde en önlerde yerimizi almıştık...

Saha kenarında oturan ve elinde mikrofon olan şahıs (maçın anlatıcısı), TED Ankara Kolejliler takımının oyuncuları sahaya çıkarken öylesine kısık sesle anons etti ki şaşırdım.
Ama sonra Fenerbahçe Ülker takımı oyuncuları Fenerbahçe flamaları eşliğinde ve Fenerbahçe marşıyla ve anlatıcının o yüksek sesli anonsuyla tek tek isimleri okunarak çıktılar sahaya.
İşte o anda ne olduysa oldu ve benim haksızlığa uğrayanın yanında olma duygularım doruğa çıktı ve eşime 'TED Ankara Kolejliler'i tutuyorum bak gör onlar kazanacaklar' deyiverdim.

Benim tuttuğum takım sayı yaptığında sadece kısık sesle oyuncunun ismi söyleniyor, Fenerbahçe sayı yaptığında ise yüksek sesle anons edildiği gibi tüm salon inliyordu.Ama garip bir şekilde ben de alkışlıyordum. Yok yok TED sayı yaptığında hiç alkışlamadım. Diyorum ya hiç fanatik olamadım diye ben sadece milli maçlarda fanatik olabiliyorum. Soran olursa Fenerbahçe'liyim dediğim halde anons yapan arkadaşın tavrı yüzünden o gece kafam karıştı işte...
Faul olduğunda Fenerbahçeli oyuncular atış yapacaklarında seyirciler 'şşşşşşşştttttt' şeklinde birbirlerini susturuyorlar, diğer takıma sıra geldiğinde ise yer yerinden oynuyordu.
Ama hiç seyircileri olmadığından aynı şartlara sahip olmadığı için TED oyuncularına kıyamıyordum.

Bence o akşam Fenerbahçe biraz zorlanarak 79-77 skorla aldı maçı. Eşime göre farkın çok daha fazla olması gerekiyormuş yani iyi oynamadılar o akşam.

Oyun kuralları ve oyuncular hakkında hiçbir fikrim olmadığı için tabii oyun boyunca eşime devamlı sorular soruyordum. Oyun sırasında ön sıramızda oturan ve bana şirinlikler yapan 2 yaş civarında olan kız çocuğuyla oynaşıyordum. Oyunla ilgili ise sadece Oğuz Şahin isimli oyuncuyu takip ediyordum. Meğer o takımın en iyi oyuncularındanmış. Benim ilgimi çeken ise komik mimikleriydi.

Sanırım bir daha hiçbir basketbol maçı böyle izlenmez ve anlatılmaz.
Maç hakkında hiçbir şey söyleyemem ama o akşam çok eğlendim. Basketbol maçlarına daha sık gitmeye karar verdik.

Eşim oyunu ve oyuncuları izleyecek, ben ise farklı şekilde eğleneceğim:)

17 Ekim 2012 Çarşamba

Abartık - Felsefe

Oturduğumuz yerin güzelliklerinden birisi de çevredeki mekanlar.
Yakınımızda bulunan bir Kültür Merkezinde gündüz saatlerinde verilen üstelik ücretsiz olan Sağlık, Kişisel Gelişim, Aile konulu konferans veya seminerleri elimden geldiğince kaçırmamaya çalışıyorum. Bugün de onlardan biri 'Kendini Tanı - Hayatını Yönet ' başlığı ilgimi çekti.
12 Yaşımdan beri 'Kişisel Gelişim' grubunda sayılacak türden çok fazla kitap okudum. Hayata pozitif bakmam ve insanlarla ilişkilerim konusunda kendi değer yargılarımla birlikte bu kitapların da etkili olduğuna inanıyorum.


Yabancı yazarların olaylara bakışı ve doğal olarak değer yargıları bizden çok farklı olduğu için uygulanabilir olmayan örnekler yer alsa da kitaplardaki satır aralarında birkaç cümle bile bana faklı bir bakış açısı getirebilir mantığıyla okumuşumdur bu kitapları. Bu yüzden de tabii ki yaşantımızı bilen ve bizden olan Doğan Cüceloğlu ve Üstün Dökmen daha etkili olmuştur her zaman.

'Kendini Tanı' başlığını görünce bu tarz bir seminer olduğunu düşünerek gittim ve Aktif Felsefe derneğinin Kadıköy belediyesi desteğiyle verdiği seminerdeki konuşmacı bayanın güleryüzlü karşılaması ile salonda yerimi aldım.

Daha önce varlığından haberdar olmadığım bu derneği bir felsefe okulu olarak tanımladıklarından bahsetti konuşmacı olan bayan. Sonra katılımcıları tanımak ve seminerle ilgilenmemizin sebeplerini öğrenmek üzere bizlere söz hakkı verdi.12-13 kişilik bir grup olarak sohbet etmeye başladık. Felsefe hakkında hiçbirşey bilmeyenler olduğu gibi gayet ilgili kişiler de vardı grupta.

Felsefenin tanımıyla başlayan derste (ders diyorum çünkü gerçekten okul gibi anlattı bayan) filozoflardan ve öğretilerinden bahsetti.

En temel anlatımla Felsefe; PHILO (Aşk) ve SOPHIA (Bilgelik) den yani bunların birleşimi Philosophia'dan geliyormuş. Bilgi ve bilgeliğe duyulan sevgi ve aşkın peşine düşmek demekmiş. Düşüncenin nasıl hayata geçeceğini aktarır, yol gösterirmiş.
Filozof ise bilgeliği arayanmış.
Tabii ki bugün anlatılanları aktarmam mümkün değil ama ben bugün, daha önce hiç bilmediğim bir dünyadaydım.

İlgilenenlere: Aktif Felsefe Derneğinin çalışanlar için de akşam dersleri varmış. Farklı semtlerde şubeleri var. Şişli,Levent,Üsküdar,Bakırköy ve Kadıköy bunlardan birkaçı. Ama


gündüz katılabilecekler için 21 kasım Çarşamba CKM'de 6 Kasım Kozzy'de seminerleri olacak ve ayda bir tekrarlanacakmış.
 
Seminerden büyük keyifle çıktıktan sonra CKM'nin üst katında yer alan 'Neyden Heykele' sergisini gezdim. 
 


 

Abdullah Şengörenoğlu tarafından kamıştan yapılmış ve 'abartık' isimli sergide yer alan figürler de görmeye değer.
Ben çok beğendim.


 
 


 
 

 
 
 

 
 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

16 Ekim 2012 Salı

Swing Kids


Eşim dün akşam yemek sonrası , 'hadi film izleyelim' dedi ve uzun zaman önce izlediği bir filmden bahsetti . Böylece filmimiz belli oldu: Swing Kids (Swing Çocukları)
1930 lu yılların sonunda Nazilerin iktidarda olduğu Almanya'da geçen film 1993 yapımıymış. Kılık kıyafetleri ve uzun saçları ile diğerlerinden farklı olan ' Swing Çocuklarının ' gizlice toplanarak Swing müziği eşliğinde çılgınca dans ettikleri bir sahneyle başlıyor film.



Ellerin, kolların, ayakların ayrı ayrı oynadığı ve kendilerini kaybedercesine son derece hareketli dansları seyretmek çok keyifliydi.
Bu müziğe ve dansa kendilerini kaptırmış olan gençlerin yasak olan bu tutkularını nasıl sahiplendikleri ve bu tutkularından vazgeçmektense çalışma kamplarına
gönderilmeyi göze almaları anlatılıyor.
Swing müziğinin Naziler tarafından yasaklanma sebebi; Jazz müzisyenlerinin genellikle yahudi ve siyah olmaları ve bu müziğin Alman gençlerini zehirlediğini , asilik duygularını arttırdığını düşünmeleri.
Nazi askerinin bir evden çaldığı radyoyu, o askerden çaldıkları için HG'ye (Hitler Gençliği) katılmak zorunda kalan iki arkadaş Peter Müller ve Thomas Berger.
Gençlerin katı kurallarla eğitildiği bu örgüte katılmak zorunda kalan Peter'ı yalnız bırakmamak üzere kendi isteğiyle gelen Thomas'ın burada aldığı eğitimle beyninin nasıl
yıkandığı ve babasını bile ispiyonlayacak duruma nasıl geldiği anlatılıyor.
Topalladığı için bu müthiş danslara katılamayan fakat yaptığı müzikle bu akıma hepsinden daha büyük tutkuyla bağlı olan Arvid'in hikayesi de oldukça farklı. Arkadaşları tarafından ihanete uğramış hissetmesi sonucu verdiği kararın sonucu ise çok üzücü.
Arvid'in hikayesi, arkadaşlık konusunda düşünmeye sevketti beni. Arvid'in arkadaşlarına yaptığı baskı doğru muydu? veya arkadaşlarının Arvid'e davranışları sonrası yaşananlar...
Bir olaya bu kadar büyük tutkuyla bağlanmak ve onun uğrunda hayatı hiçe saymak zamanımızda pek de mümkün değil sanırım.
HG'ye katıldıktan sonra buradaki eğitimler sonucu beyni yıkanan Thomas'ın inanılmaz değişimi, örgüt ve Swing arasında kalan Peter'ın yaşadığı kararsızlık...
Yasak olan bir şeye tutkuyla bağlı olsak bile hayatımızı ve çevremizdekileri olumsuz yönde etkileme riski varsa bu şeyden uzak durmalı mıyız? daha doğrusu uzak durabilir miyiz?

HG'nin verdiği görevin ne olduğunu deniz kenarında öğrendiği sahne ve gitmeyeceğine dair söz verdiği kardeşi ile olan son sahne...
Beni uzun zamandır ilk defa ağlatan ama çok beğendiğim bir film oldu Swing Kids...

14 Ekim 2012 Pazar

Yoga sonrası

Dün sabah yine erken uyandım. Yoga günlerinin en güzel yanlarından biri erken uyanmak ve sonrasında yürüyerek yogaya gitmek.
Arkadaşlarla yoga sonrası kahvaltı-kahve keyfini de çok özlemişim. Bu keyifli sohbetler de ruhuma iyi geliyor.
Evde hareketsiz ve yalnız kaldığım günlerin acısını çıkarıyorum yoga günlerinde.
Nisan ayında yogaya yeni başladığımda hareketleri o kadar beceriksizce yapmaya çalışıyordum ki şimdi inanamıyorum kendimdeki değişime.
Tabii yapamadığım hareketler yine var ama en azından şimdi çok daha konsantre bir şekilde o harekete bırakabiliyorum kendimi.
 
Yoga; farkındalığımı arttırdı, enerjimi yükseltti ama bu hafta garip bir şekilde yarım kalmış işlerimi tamamlama arzusu duydum. Farklı bir enerjiyle herşeyi
tamamlamak ve kış mevsimine yeni bir fatoş olarak başlamak istiyorum. Bazı konularda da en başa döndüğümüze göre herşeye en baştan başlayacak enerjiyi
toplamam lazım ve yoganın buna yardımcı olacağına inanıyorum. 
Dün yoga seansından sonra eve geldim ve yine kitabıma daldım. Elimden bırakamıyorum. Füreya ne ilginç bir hayat yaşamış.
Verem teşhisi konduktan sonra İstanbul'daki tedavi sonuç vermeyince İsviçre'de bir senatoryum'da kalmaya başlamış.
Eşi Kılıç Ali'nin işleri nedeniyle yanına gidemediği bu dönemde kendisi de evli olduğu halde Füreya'ya yakın olabilmek üzere senatoryuma yakın bir ev tutmuş
yakın dostu! Şevki Bey.
Senatoryumdaki tedavinin de işe yaramadığını öğrenince Fransa dışında  yan etkileri sebebiyle henüz hiçbir yerde  yasal olmayan bir ilacı denemek üzere  
Paris'e yerleştiğinde ona bir ev kiralayan Şevki Bey'in ani ölümü sonrasında Füreya'nın İstanbul'a dönmesi...
 
Senatoryum günlerinde oyalansın, canı sıkılmasın diye teyzesi Farünnisa'nın gönderdiği plastikler ile hayatının değişmesini anlatıyor kitap.
Hem de ne değişmek! Bir önceki yazımda, Füreya'nın ailede sanatçı olmayan nadir insanlardan biri olduğunu söylemiştim ya hani,
meğer füreya hastalığı sırasında tanıştığı toprak ve çamur sayesinde; çok ünlü bir seramik sanatçısı olmuş. ilk sergisini; hastalığına çözüm bulmak ümidiyle gittiği
Paris'te açmış.
Sonra İstanbul'daki başarıları ve seramik dışında hiçbir şey göremeyecek kadar tutkuyla bu işe bağlanması sonucunda Kılıç Ali'den boşanması.
 
Füreya'nın hayatındaki çok ilginç olaylardan birisi de, veremli biri olarak yaşamının sınırlanmasını kabul etmediği için ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen kimseye
haber vermeden ölüm riski olan bir ameliyatla ciğerinin yarısını aldırmak üzere Paris'e bu kez yalnız başına gitmesi ve tamamen iyileşerek İstanbul'a dönmesi.
 
Erkek kardeşi Şakir'in kızı Sara'yı kendi kızı olarak kabul etmesi ve kızın annesi Afife'yi her zaman kendine rakip görmesi, Füreya'nın hiç çocuk sahibi olmaması sebebiyle verdiği duygusal bir  hareket olarak algılanabilir belki ama anne ve babasının haberi olmadan Sara'nın nüfusunu kendi üstüne alması kabul edilebilir gibi değil.
Tüm mal varlığım sana kalacak diye Sara'yı ikna ediyor ve 18 yaşına girdiği hafta bunu gerçekleştiriyor. Sara'ya nasıl olsa soyadın değişmeyecek o yüzden kimseye söyleme kabul etmezlerse gerçekleştiremeyiz diyor.
Ama dayanamayıp Sara'nın bu olayı annesine anlatmasıyla, annenin kızdan tek bir ricası oluyor ve Füreya'ya her zaman 'Füfoş Anne' diyen Sara, artık 'hala' demeye başlıyor.
Bu olayı öğrendiğinde, Sara'nın annesi Afife ile girdiğim bu ezeli rekabette kazanan kim oldu? diye düşünüyor Füreya...
 
Yine kitaba ara verip yollara düşme ve küçük yeğenimin doğum günü nedeniyle kardeşler ve kuzenlerle buluşma zamanı.
Kalabalık bir aile olmak gerçekten çok keyifli. Akşam yemek sonrası bowling keyfi ve bol kahkaha. Ben 14 kişi arasında en düşük sayıyı yaparak dereceye girdim:)
Bizim grup 2 turda da yenildi ama sonuç ne olursa olsun çok eğlendim.
 
Eşim, kardeşler ve kuzenler ...Ben bu grupla yapılan herşeyden keyif alıyorum.
 

12 Ekim 2012 Cuma

Füreya

Bu sabah çok erken kalktım. Aslında her zaman yapmam gerektiği gibi:)
Bugünü dışarıda geçirmeye karar verdiğim için erkenden evden çıktım. Cadde'de yaptığım yürüyüşün ardından sokağımızın başında bulunan cafedeki yerimi almıştım.
Kahve eşliğinde okuduğum kitaba öylesine dalmışım ki 3 saatten fazla oturduğumun farkına varmadım.
 
Hani şu bahsettiğim 'Şakir Paşa Ailesi' adlı kitapta adı geçen teyze kızı Füreya'nın hayatını okuyorum bu günlerde.
Şirin Devrim'den dinlediğim ailede çok fazla adı geçmemekle birlikte Atatürk'ün yakın arkadaşı Kılıç Ali ile evli olduğunu öğrenmiştim Füreya'nın.
Ama bu kitapta anlatılanlar öylesine etkiledi ki kitabı elimden bırakamadım.
Füreya, ailede sanatla ilgilenmeyen nadir insanlardan biri. Genç yaşta yaptığı iki evlilik ve hamilelikleri ayrı hikaye.
Hatta, Atatürk'ün en yakın arkadaşı olan Kılıç Ali ile evlenme sebebini; 'Atatürk'e 9 yaşından beri hayran hatta aşık olduğumdan O'na yakın olabilmek için Kılıç Ali'nin
evlenme teklifini kabul ettim' diye anlatıyor.
Bu evlilikle birlikte gerçekten de tüm zamanını Atatürk ve yakın çevresiyle geçirmeye başlıyor. Kitapta Atatürk'ün son günlerine de yer verilmiş.
Daha önce Şirin Devrim'den dinlediğim Şakir Paşa Ailesindeki tüm çılgın insanlar bu sefer Füreya'nın gözünden anlatılıyor Ayşe Kulin'in kelimeleriyle.
Bursa'daki kötü evliliğin üzerine Ankara'daki Atatürk'lü muhteşem günler ve Atatürk'ün ölümüyle depresyona giren Kılıç Ali'nin ardından verem teşhisi konan
Füreya'nın hikayesini soluksuz okudum bugün. Verem teşhisinden sonraki hikayeye yarın devam ederim artık.
 
Cafeden çıktıktan sonra sahilde yaptığım yürüyüş de ruhuma çok iyi geldi. Ah bir de sokak kedileri ve köpekleri olmasa...