28 Mayıs 2012 Pazartesi

Konya Gezisi

Günübirlik şehir gezilerimizden birini daha gerçekleştirmek üzere arkadaşlarla havaalanında buluştuk. Daha önceki gezimizde de olduğu gibi :) yolcuları uçağa taşıyan araca en son binenler yine bizim ekiptendi. Tüm gün gezeceğimiz için uçağa çok erken saatte binecek olmamıza rağmen yine de herkes pek neşeliydi. 40 dk.süren bir yolculukla Konya’ya vardık. Havaalanında bizi bekleyen servise yerleştikten sonra kahvaltı yapacağımız yerin 30 km uzaklıkta olduğunu öğrendik. Sabırsızlıkla dolu söylenmeler ve bol kahkahalı sohbetler eşliğinde Meram’daki ‘Hazbahçe’ ye ulaştık. Masaya servis yapan garsonlardan birisinin ani tepkisiyle tüm ekip gülümsemeye başladı. Pideler de soğuk gelince ‘sanırım bizim geleceğimizden haberleri yoktu’ diye düşünmeye başladık ve 2 parça peynir, zeytinle kahvaltının geçiştirileceğinden korktuk.

Fakat kahvaltı; bol çeşitli, lezzetli ve her şeyden önemlisi bol muhabbetliydi. Kahvaltı sonrası mekan fotoğraf çekimlerimizi de tamamladıktan sonra ‘Mevlana Türbesi’ olarak da anılan Mevlana Müzesine doğru yola çıktık. Bu müzenin Topkapı Sarayından sonra Kültür Bakanlığı’na en çok gelir getiren müze olduğunu okumuştum daha önce. O gün gördüğümüz  kalabalık da bunun doğru olduğunu gösteriyordu. Türbeyi ziyaret edip avlusundaki küçük odacıklarda sergilenen eşyaları, farklı tarihlerde yazılmış farklı boyutlardaki Kuran-ı Kerimleri ve Sakal-ı Şerif’i gördükten sonra arkadaşlarımı beklemek üzere avluya çıkmıştım ki ezan okunmaya başladı. Uzun zamandır bir yerde oturup ezan dinlemediğimi fark ettim. O mekanda ezanı dinlemek ruhuma iyi geldi.

Türbe ziyareti sonrası avluda fotoğraf çektirirken çok güldük. Ojeli tırnaklarımız, yapılı saçlarımız üzerine öylesine kondurulmuş eşarplarımızla görülmeye değerdik. Kalabalık arkadaş grubunu toplayıp müzeden çıktıktan sonra çevrede yer alan mağazalara kısa bir göz attık ve bugünün anısına kendimize ve sevdiklerimize hediyeler almak üzere ‘NECATİ’ adındaki hediyelik eşya dükkanına gittik. Bu  dükkandaki hediyelik eşyaların fiyatları İstanbul’a kıyasla oldukça uygun.  Ekipteki bayan sayısı çok olduğundan :) burada bir saatten fazla zaman harcadık. Bu arada ekip başı (biz ona oymak beyi de diyoruz bazen) öğle yemeğini yemeye gideceğimizi söylediğinde çok şaşırdık. Kahvaltıdan kalkalı daha ne kadar oldu ki henüz acıkmadık dedik ama aldığımız cevap bize İstanbul’da olmadığımızı hatırlattı. Gideceğimiz yer saat 3 te kapanıyordu. Henüz acıkmadık nasıl yiyeceğiz desek te  ‘HACI ŞÜKRÜ FIRIN KEBAP SALONU’ na girip oturduğumda ekip başından gelen soru ile kendime geldim:  ‘yağlı mı olsun yağsız mı’ . Ne yiyeceğimizi bile bilmezken gayet kalorili bir şeylerin geleceğinden emindim artık. Pide üzerinde gelen yağsız tandır ve yanındaki ayranı kendime inanamayarak bitirdim. Henüz acıkmadım diyerek sipariş vermeyen üç arkadaşımızın da bizim ‘mükemmel, nefis’ nidalarımıza dayanamayıp sipariş vermeleri ve ekipteki herkesin etleri iştahla yemesi de ayrı bir eğlence konusuydu aramızda. Bir de acıksak ne olacaktı acaba? Sırada Meram Bağları vardı. Güzel evlerin arasından geçerek ulaştığımız yer tam hafta sonu aile çay bahçesi modundaydı. Oturma alanının girişindeki lokantadan tuvaleti kullanmak üzere izin istediğimizde kabul etmemeleri üzerine biraz ilerideki umumi tuvaleti kullanmak istediğimde, o pis koku ve anormal kalabalığın içinde abdest alan kadınları görünce gözlerime inanamadım. Tuvaleti kullanamadan oradan da çıktık. İnatla ilerleyerek sonraki denememizde insani bir yer bulmuştuk nihayet. Meram Bağlarında hafif yokuş yukarı yürüyerek ulaştığımız tepe noktasında bulunan çay bahçesinde manzara eşliğinde yine dostlarla muhabbet ve bol fotoğraf çekimi vardı. Alaeddin Keykubat Camii ve Şems türbesini de gezip dualarımızı ettikten sonraki durağımız ‘Cemo’ oldu. Bazılarımızın Konya’ya geliş amacı olan etli ekmeklerimizi de burada yiyerek günü tamamladık. Yemek sonrası çay eşliğindeki muhabbet, ekipteki bayanların Pazartesi günü başlayacağı rejimdi. 17 kişilik bu keyifli ekibin Konya’ya geliş amacı tabiî ki Hz.Mevlana’nın türbesini görmenin yanı sıra etli ekmek yemekti. Sanırım bir çoğu için de Konyalıların düğün çorbası dedikleri Bamya çorbası günün ekstra kazancı olmuştu.
Keyifli bol yemeli bol alışverişli günün sonunda havaalanında arkadaşlarla ayrılırken bir sonraki gezimizde buluşmak üzere vedalaştık.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Başka bir dünya 'Yoga' ile gelen sağlık

Çalıştığım bankadan ayrılma kararını verdiğimde iş hayatına da ara vermem gerektiğinin farkındaydım.
Sanırım çevremdekiler, benim gibi çalışma hayatını çok seven birisinin evde ne yapacağını merak ediyor ve yanlış karar verdiğimi düşünüyorlardı.
Elbette bu kararı vermek hiç kolay olmadı ve ben de çok fazla sorguladım ama daha önce de anlattığım gibi artık benim için orada sürdürülebilir bir yapı kalmamıştı.
Kasım ayının başında bu ayrılık kararını verdiğimde sağ kolumda uyuşmalar başladı. Bu ağrıların tamamen sinirsel olduğunun farkındaydım ama aralık ayında bankadan
ayrıldıktan sonra sol kolumdaki uyuşmalarla birlikte endişelenmeye başlamıştım. Daha önce de bir şeylere üzüldüğümde bu tarz ağrılarım olmuştu fakat bu çok başkaydı.
Hareketlerimi kısıtlıyor ve bazen de dayanılmaz şekilde ağrıyordu.
Bankada çalıştığım dönemde çok fazla sıkıldığımda midemde ve daha birçok yerimde oluşan ağrılarla birlikte saçma sapan rahatsızlıklarım da olmuştu. Stresin insan sağlığını
nasıl etkilediğinin canlı örneğiydim ve şimdi de vücudumdaki kasılmalar da kesinlikle bu yüzdendi.  Evde vakit geçirmekte hiç zorlanmıyordum hatta çok da keyif alıyordum
ama sert geçen kışın ardından nisan ayı ile birlikte içim kıpır kıpır etmeye başladı. Soğuk günlerde evde oturmak bir yere kadar artık başka birşeyler yapma vaktiydi.
Eşim işten ayrıldığımdan beri beni yoga yapmam konusunda ikna etmeye çalışıyor fakat ben bir türlü tamam diyemiyordum 'ya beceremezsem' diye korkuyordum. Hatta
'transa geçme seanslarında ben çok gülerim' diyordum.
Sosyal paylaşım sitelerinden birinde bir arkadaşımın yogaya başladığını okuduğumda nedense birden heyecanlandım. Hem uzun zamandır görüşemediğim bu arkadaşımla tekrar
görüşme fırsatı bulacak hem de tanıdık birisiyle olduğum için yogaya ve bulunduğum ortama daha rahat uyum sağlayacaktım. Bu düşüncelerle hemen arkadaşımla irtibata geçtim.
Ne tesadüftür ki ilk görüşmeye gittiğim tarih evlilik yıldönümümüz olan 3 Nisana denk geldi. Bana evlilik yıldönümü hediyesi olur diye düşünerek başaldım yoga derslerime.
İlk zamanlar gittiğimiz stüdyodan Belkıs hanım da bize katılıyordu. Ama sonraki derslerde hocamız Özgür hanım, arkadaşım Ömür ve Aslı adındaki diğer arkadaşla birlikte 4 kişiydik.
Bu sebeple çok samimi geçen derslerde hiç sıkılmadım. İlk öğrendiğim şey yoga yaparken transa falan geçilmiyor tam tersi gayet aktif olunuyordu. Nasıl da yanlış bir önyargıya sahipmişim. İlk haftalarda hareketleri yapmaya çalışırken çok vahim durumdaydım. Ne ellerim kolumdaki ağrılar yüzünden beni taşıyor ne de bacaklar kalkıyordu.
Ama zaman geçtikçe inanılmaz bir şekilde ağrılarım tamamen yok olmuştu ve hareketleri yapmak artık o kadar zor değildi. (Mum duruşu dahil birkaç hareketi tabii ki
yapmam çok fazla zaman istiyor)
Haftada iki gün de olsa yoga benim dünyamı çok değiştirdi. Vücudum sıkılaşmaya başladı.Zihnimin ve algımın açıldığını hissediyorum. Özgür hocadan aldığım tavsiyelerle yaptığım meditasyon da çok iyi geliyor. İşte transa geçme olayı olarak gördüğüm bağdaş kurup oturarak yapılan hareket meditasyon:) yogadan bağımsız yani. Ama yoga vücudumuzu meditasyona hazırlıyor.
Bu konularla ilgili öğrenecek çok şey var. Bunun eğitimini almış olan Özgür hoca da bu konuda pek sıcak ve samimi olduğuna göre bırakmaya niyetim yok. Başlamamak için çok direndiğim yogadan artık kolay kolay vazgeçmeyeceğimden eminim.