2 Nisan 2013 Salı

Bir Pazar Gezintisi...



Uzun zamandır hafta içi güneşli olan hava maalesef hafta sonlarında yağışlıydı. Nihayet geçtiğimiz hafta sonu hava güneşli ve aydınlıktı. Herkes gibi biz de kendimizi dışarıya attık tabii. Gerçi bizim kendimizi dışarı atmamız için güneşin olması şart değil.
Gezmelerimize bu hafta Perşembe akşamından başladık. Asmalı Mescit’te arkadaşlarımız Esra ve Necla ile muhabbet eşliğinde yenilen yemek ve sonrasında kahve keyfi. (Esra ve Necla ile 4 yıl önce gittiğimiz Ayvalık turunda tanışmıştık.)
Cuma akşamı Eray’ın Doğum günü nedeniyle Nişantaşında yenilen yemek ve sonrasında Gizem’in doğum günü kutlaması için gidilen bowling. (Yeğenlerin doğum günleri sayesinde tüm kuzenlerle yapılan bowling seansları her zaman pek eğlenceli geçmiştir.)
Cumartesi sabahı havanın güzel olmasını fırsat bilip yürüyüş yapalım dedik ama biraz abarttık galiba. 2 saatin sonunda yürüdüğümüz mesafeye inanamayarak dinlenmek üzere eve geldik.
Dinlenmek şarttı! Çünkü akşam yine arkadaşlarla yemek, muhabbet ve kahve olayımız vardı :)
Gülten’le çok eğlenceli geçen sohbet uzun sürdü. Bu nedenle biraz geç yatmak zorunda kalmamıza rağmen pazar sabahı erkenden kalktık.

Asıl gezme faslı bugüne bırakılmıştı…
Jale abla ve Zeki abi ile balık yemeye Anadolu Kavağı’na gitmek için sözleşmiştik.
Yaklaşık bir saat süren bir yolculuk sonrasında ilk durağımız Hz.Yuşa’nın türbesinin bulunduğu tepe oldu. Burayı  daha önceden kardeşim Figen’den duymuştum ve ziyaret etmeyi çok istememe rağmen kısmet olmamıştı. Tabii bu ziyaretten haberim olmadığı için parmaklarda koyu renkli ojelerle bulunduğum ortama pek de uygun değildim. Ama önemli olan niyettir diyerek Jale abla’dan ödünç aldığım eşarpla girdim türbe alanına. Duyduklarımla kafamda canlandırdığımdan daha uzun bir mezardı. Genelde hafta sonlarında oldukça fazla ziyaretçi oluyormuş ama bizim şansımıza çok kalabalık değildi. Hz. Musa’nın kızkardeşinin oğlu olan Hz.Yuşa ile ilgili bilgi türbe girişinde yer alıyor. Daha önce de hakkında okuduklarımla bu bilgilerimi teyid etmiş oldum. Duamı okuduktan sonra O’nun aracılığıyla Allah’tan dileğimi istedim ve Türbe’den çıktım. Türbenin bulunduğu tepenin manzarası çok harika. Herkes manzarayı arkasına alarak fotoğraf çekerken biz de eksik kalmadık tabii ki.
Türbe’de dilekleri gerçekleştikten sonra tekrar gelip şeker dağıtan bayanlar ve adanan adaklarını yerine getirmek üzere aldıkları hayvanları kaçırmamaya çalışan insanlarla karşılaştık. Adaklar için bir hayvan satış merkezi ve dini hediyelik eşyalar da birer türbe klasiği…

 Hz. Yuşa tepesinden sonraki durağımız Yoros Kalesi oldu. Kalenin Cenevizliler’den kaldığı bilgisi Zeki Abi’den geldi. Kaleye çıkmak için dik merdivenleri tırmanmak zorunda kaldık. Merdivenlerde hemen arkamdan gelen çiftin muhabbeti daha doğrusu beyin söylemleri beni çok sinirlendirdi. Bayan çıkarken zorlandığını ve nefesinin tıkandığını söylediğinde beyin cevabı çok klasik bir Türk erkeği olduğunu fark ettiriyordu: ‘Bu kiloyla tabii zorlanırsın. Göbeğinin ağırlığı bir sen kadar daha var.’ Bunu duyunca hemen döndüm bey’e baktım. Kendi göbeğini görmemesine de hiç şaşırmadım tabii.
Kalenin olduğu tepeye çıktığımızda etrafa dağılan insanların bir kısmı harika manzaranın fotoğrafını çekerken bir kısmı da yerlerde oturmuş sohbet ederek dinleniyorlardı.


Kaleden gözüken deniz manzarasının bir özelliği varmış. Marmara Denizinden Karadeniz’e geçiş buradan sağlanıyormuş.O anlamda gayet önemli bir noktayı görmüş olduk. Daha sonra internetten okuduklarımla da kalenin tarihi ile ilgili çok şey öğrendim.


Kaleden aşağıya inerken kolye ve bileziklerin satıldığı bir stand gördüm. İlginç olan satıcının camdan kolyeleri orada şekillendirmesiydi. Bu çok keyifli kolye yapımını biraz izledikten sonra merdivenlere yöneldik.
Merdivenlerin girişinde bulunan çay bahçesinde oturup çay eşliğinde bu harika manzarayı biraz daha izlemeyi çok isterdim. Belki başka zaman yine gelir ve bunu gerçekleştiririm…

Artık Anadolu Kavağı’na gelmişti sıra. Arabayı otoparka bıraktıktan sonra yemek yemeye karar verdik. İskelenin yanında yer alan balıkçılardan birisine oturduk. Tabii lezzetli deniz böcekleri, balık, salata, tatlı ile devam eden yemek faslı gayet uzun sürdü. Sonrasında çaylar da içildi. Kediler de olmasa benden keyiflisi yoktu hani.
Tabii kısa da olsa etrafı gezmeden, hediyelik eşyalara bakmadan olmazdı. Sanki İstanbul’un dışında küçük bir sahil kasabasında gibiydik. Tek fark çok fazla aracın olmasıydı. Bir de arabaların içeriye girmesini engelleyip biraz daha uzakta bıraksalar burası çok daha keyifli hale gelir diye düşündük. Dar sokaklarda kahvelerde oturan ve gazete okuyan yaşlı amcalar, etrafta cirit atan kedileriyle tam bir sahil kasabası…
Dönüşte arabayı bıraktığımız otoparkı bulmak için 3 ayrı sokağa girdik. Anadolu Kavağı’na gidip küçücük alanda otoparkı bulamamayı da başarmıştık :) Gerçi bu sayede fazladan birkaç sokak daha görmüş olduk.

Anadolu Kavağı’na yıllar önce babam bizi getirmişti. O gün yanımızda aile dostlarımız Hava teyze, kızı Ayşe abla ve torunları da vardı. Piknik yaparken orada yaşayanlardan birinin ineğinin neredeyse Pınar’a vuracak olması bazen aramızda bahsi geçen bir hikayedir. Ama şimdi gezdiğim yer ile o zaman gittiğim yer o kadar farklı ki. Zaman her yeri olduğu gibi burayı da çok değiştirmiş ve kalabalıklaştırmış. O gün deniz yoluyla döndüğümüzü hatırlıyorum. O yüzden İskeleye yanaşan vapurları da görünce buraya deniz yolu ile nasıl gelineceğine bakmak üzere İskele’ye gittim. Sarıyer’e yapılan tarifeli seferler var. Bunlardan başka Beşiktaş ve Kabataş’a da uğrayan gezi motorları ile de gidilebiliyormuş. Ama bizim gibi Anadolu Yakasında oturanların tek şansı karayolu. Tekrar özel araba ile gelme fırsatı bulamayabiliriz. Yoğun trafiği göze alabilirsek belki Kadıköy’den kalkan otobüslerle bir gün yine geliriz.

Bir Pazar günümüz daha değerlendirmiş olduk. İstanbul’da kendimize günlük tur düzenledik. Görmediğim yeni yerler görmüş olmak çok hoşuma gitti. İstanbul’da bilmediğimiz, görmediğimiz çok fazla yer var. Bunu daha sık yapmalıyız diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder