Uzun zamandır hafta içi güneşli olan hava maalesef hafta
sonlarında yağışlıydı. Nihayet geçtiğimiz hafta sonu hava güneşli ve
aydınlıktı. Herkes gibi biz de kendimizi dışarıya attık tabii. Gerçi bizim
kendimizi dışarı atmamız için güneşin olması şart değil.
Gezmelerimize bu hafta Perşembe akşamından başladık. Asmalı
Mescit’te arkadaşlarımız Esra ve Necla ile muhabbet eşliğinde yenilen yemek ve
sonrasında kahve keyfi. (Esra ve Necla ile 4 yıl önce gittiğimiz Ayvalık turunda
tanışmıştık.)
Cuma akşamı Eray’ın Doğum günü nedeniyle Nişantaşında
yenilen yemek ve sonrasında Gizem’in doğum günü kutlaması için gidilen bowling.
(Yeğenlerin doğum günleri sayesinde tüm kuzenlerle yapılan bowling seansları
her zaman pek eğlenceli geçmiştir.)
Cumartesi sabahı havanın güzel olmasını fırsat bilip yürüyüş
yapalım dedik ama biraz abarttık galiba. 2 saatin sonunda yürüdüğümüz mesafeye
inanamayarak dinlenmek üzere eve geldik.
Dinlenmek şarttı! Çünkü akşam yine arkadaşlarla yemek,
muhabbet ve kahve olayımız vardı :)
Gülten’le çok eğlenceli geçen sohbet uzun sürdü. Bu nedenle
biraz geç yatmak zorunda kalmamıza rağmen pazar sabahı erkenden kalktık.
Asıl gezme faslı bugüne bırakılmıştı…
Jale abla ve Zeki abi ile balık yemeye Anadolu Kavağı’na
gitmek için sözleşmiştik.
Yaklaşık bir saat süren bir yolculuk sonrasında ilk
durağımız Hz.Yuşa’nın türbesinin bulunduğu tepe oldu. Burayı daha önceden
kardeşim Figen’den duymuştum ve ziyaret etmeyi çok istememe rağmen kısmet
olmamıştı. Tabii bu ziyaretten haberim olmadığı için parmaklarda koyu renkli
ojelerle bulunduğum ortama pek de uygun değildim. Ama önemli olan niyettir
diyerek Jale abla’dan ödünç aldığım eşarpla girdim türbe alanına. Duyduklarımla kafamda canlandırdığımdan daha uzun bir mezardı. Genelde hafta sonlarında
oldukça fazla ziyaretçi oluyormuş ama bizim şansımıza çok kalabalık değildi.
Hz. Musa’nın kızkardeşinin oğlu olan Hz.Yuşa ile ilgili bilgi türbe girişinde
yer alıyor. Daha önce de hakkında okuduklarımla bu bilgilerimi teyid etmiş
oldum. Duamı okuduktan sonra O’nun aracılığıyla Allah’tan dileğimi istedim ve
Türbe’den çıktım. Türbenin bulunduğu tepenin manzarası çok harika. Herkes
manzarayı arkasına alarak fotoğraf çekerken biz de eksik kalmadık tabii ki.
Türbe’de dilekleri gerçekleştikten sonra tekrar gelip şeker
dağıtan bayanlar ve adanan adaklarını yerine getirmek üzere aldıkları
hayvanları kaçırmamaya çalışan insanlarla karşılaştık. Adaklar için bir hayvan
satış merkezi ve dini hediyelik eşyalar da birer türbe klasiği…
Hz. Yuşa tepesinden sonraki durağımız Yoros Kalesi
oldu. Kalenin Cenevizliler’den kaldığı bilgisi Zeki Abi’den geldi. Kaleye çıkmak
için dik merdivenleri tırmanmak zorunda kaldık. Merdivenlerde hemen arkamdan
gelen çiftin muhabbeti daha doğrusu beyin söylemleri beni çok sinirlendirdi.
Bayan çıkarken zorlandığını ve nefesinin tıkandığını söylediğinde beyin cevabı
çok klasik bir Türk erkeği olduğunu fark ettiriyordu: ‘Bu kiloyla tabii
zorlanırsın. Göbeğinin ağırlığı bir sen kadar daha var.’ Bunu duyunca hemen
döndüm bey’e baktım. Kendi göbeğini görmemesine de hiç şaşırmadım tabii.
Kalenin olduğu tepeye çıktığımızda etrafa dağılan insanların
bir kısmı harika manzaranın fotoğrafını çekerken bir kısmı da yerlerde oturmuş
sohbet ederek dinleniyorlardı.
Kaleden gözüken deniz manzarasının bir özelliği varmış. Marmara Denizinden Karadeniz’e geçiş buradan sağlanıyormuş.O anlamda gayet önemli bir noktayı görmüş olduk. Daha sonra internetten okuduklarımla da kalenin tarihi ile ilgili çok şey öğrendim.
Kaleden gözüken deniz manzarasının bir özelliği varmış. Marmara Denizinden Karadeniz’e geçiş buradan sağlanıyormuş.O anlamda gayet önemli bir noktayı görmüş olduk. Daha sonra internetten okuduklarımla da kalenin tarihi ile ilgili çok şey öğrendim.
Kaleden aşağıya inerken kolye ve bileziklerin satıldığı bir
stand gördüm. İlginç olan satıcının camdan kolyeleri orada şekillendirmesiydi.
Bu çok keyifli kolye yapımını biraz izledikten sonra merdivenlere yöneldik.
Merdivenlerin girişinde bulunan çay bahçesinde oturup çay
eşliğinde bu harika manzarayı biraz daha izlemeyi çok isterdim. Belki başka
zaman yine gelir ve bunu gerçekleştiririm…
Artık Anadolu Kavağı’na gelmişti sıra. Arabayı otoparka
bıraktıktan sonra yemek yemeye karar verdik. İskelenin yanında yer alan
balıkçılardan birisine oturduk. Tabii lezzetli deniz böcekleri, balık, salata,
tatlı ile devam eden yemek faslı gayet uzun sürdü. Sonrasında çaylar da içildi.
Kediler de olmasa benden keyiflisi yoktu hani.
Tabii kısa da olsa etrafı gezmeden, hediyelik eşyalara
bakmadan olmazdı. Sanki İstanbul’un dışında küçük bir sahil kasabasında
gibiydik. Tek fark çok fazla aracın olmasıydı. Bir de arabaların içeriye
girmesini engelleyip biraz daha uzakta bıraksalar burası çok daha keyifli hale
gelir diye düşündük. Dar sokaklarda kahvelerde oturan ve gazete okuyan yaşlı
amcalar, etrafta cirit atan kedileriyle tam bir sahil kasabası…
Dönüşte arabayı bıraktığımız otoparkı bulmak için 3 ayrı
sokağa girdik. Anadolu Kavağı’na gidip küçücük alanda otoparkı bulamamayı da
başarmıştık :) Gerçi bu sayede
fazladan birkaç sokak daha görmüş olduk.
Anadolu Kavağı’na yıllar önce babam bizi getirmişti. O gün
yanımızda aile dostlarımız Hava teyze, kızı Ayşe abla ve torunları da
vardı. Piknik yaparken orada yaşayanlardan birinin ineğinin neredeyse Pınar’a
vuracak olması bazen aramızda bahsi geçen bir hikayedir. Ama şimdi gezdiğim yer
ile o zaman gittiğim yer o kadar farklı ki. Zaman her yeri olduğu gibi burayı
da çok değiştirmiş ve kalabalıklaştırmış. O gün deniz yoluyla döndüğümüzü
hatırlıyorum. O yüzden İskeleye yanaşan vapurları da görünce buraya deniz yolu
ile nasıl gelineceğine bakmak üzere İskele’ye gittim. Sarıyer’e yapılan
tarifeli seferler var. Bunlardan başka Beşiktaş ve Kabataş’a da uğrayan gezi
motorları ile de gidilebiliyormuş. Ama bizim gibi Anadolu Yakasında oturanların
tek şansı karayolu. Tekrar özel araba ile gelme fırsatı bulamayabiliriz. Yoğun
trafiği göze alabilirsek belki Kadıköy’den kalkan otobüslerle bir gün yine
geliriz.
Bir Pazar günümüz daha değerlendirmiş olduk. İstanbul’da
kendimize günlük tur düzenledik. Görmediğim yeni yerler görmüş olmak çok hoşuma
gitti. İstanbul’da bilmediğimiz, görmediğimiz çok fazla yer var. Bunu daha sık
yapmalıyız diye düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder