29 Mayıs 2011 Pazar

19-22 Mayıs 2011 GAP Turu (2)


20 Mayıs Cuma

Sabah erkenden kahvaltımızı yaptık ve yeni yerler görmek üzere yola çıktık. 8.15 te otelden hareket ettik saat 10.00 gibi yol üzerinde Birecik (Urfa Sınırı) Kelaynak Üretme Merkezinde durduk.



Dünyada soyu tükenen ve sadece Birecik’te varlıklarını sürdüren kuşlar, ilçe halkı tarafından kutsal sayılıyormuş. Geldikten sonra yerel bir gazetede okuduğum bir haber, bu kuşlara verilen önemi gösteriyor.
'2011’de Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile İngiliz Kraliyet Kuşları Koruma Derneği arasında bir protokol imzalandı ve 2 kelaynak, uydu vericisi takılarak, 2’si ise verici takılmadan göçe gönderildi. Vericilerden alınan bilgilerle kelaynakların göç yolları ve karşılaştıkları problemler belirlenecek, uluslararası çözümler bulunmaya çalışılacak.'

Saat 11 gibi Halfeti’ye geldik. Eşimin Babasının doğduğu yer olan Halfeti bizim için çok manidar aslında.Okumak üzere buradan Amerika’ya uzanan hikaye oldukça gurur verici. Burada aileden kimse olmadığı için sadece turistik gezi yapıyoruz.



Bindiğimiz teknedeki genç bize Birecik Baraj Gölü ve çevresini anlatıyordu. Birbirimize bakarak 'bu rehber daha iyiymiş' dediğimizi hatırlıyorum :)



Savaşan Köyünün yarısı, Birecik Barajının yapımı ile sular altında kalmış. Daha önce internette gördüğüm minareyi yakından görmek çok etkileyiciydi.



Köyde yalnız başına yaşayan yaşlı bir amca varmış sadece.
Köylerinin sular altında kalmasından memnun olanlar da varmış. Bunlardan biri de bu genç çocuğun dedesiymiş. Çünkü arazilerine karşılık devletten oldukça yüklü paralar almışlar.

Göl gezisi sırasında Rum Kaleyi de görmek istedik fakat sanırım tekne sahibi genç bize şu anda kalenin ziyarete kapalı olduğunu söyledi.



Halfeti’de göl kenarında öğlen yemeği yediğimiz yerde bunun 'bir an önce geri dönüp yeni müşteriler almak sevdasıyla' söylenmiş bir yalan olduğunu öğenince üzüldüm. Demek ki bu kaleyi gezmek için de Halfeti’ye tekrar gelmem gerekecek...



Gölün sol tarafında yer alan Halfeti, Şanlıurfa’ya bağlıymış. Sağ tarafta ise Gaziantep varmış. Tekneyi kullanan gencin söylediğine göre Halfeti’de yaşayanlar kendilerini Urfa’lı saymıyorlarmış. Onlar Gaziantep’li olduklarını söylüyorlar.

Halfeti’de öğlen yemeği için Çeşmi Han Balık Lokantasına gittik. Burada ‘Şabut Balığı’nı denemeye karar verdik. Fırat Havzasında yetişen ve dünyada başka yerlerde çok nadir bulunan Şabut balığı pek rağbet görüyormuş. Laf aramızda ben tadını pek beğenmedim...

Halfeti’ye özgü bir diğer öğe ise ‘Siyah Gül’. Dünyada sadece Halfeti'de siyah açan ve başka bir yere götürüldüğünde kızaran gülü görmek kısmet olmadı ama hediyelik eşya satan yerlerde resimlerini gördüm.



Yemek sonrası Şanlıurfa’ya gitmek üzere yola çıktık. 2.5 saat süren bir yolculuktan sonra merkezde Harran Üniversitesinin önünden geçtik ve 45 dakika daha yol gittikten sonra Atatürk Barajı’na ulaştık.



Bu barajın açılışıyla ilgili haberleri babamla birlikte izlediğimi ve çok hoşuma gittiğini hatırlıyorum. Barajı yukarıdan izlemek tabii ki çok keyifliydi.

‘Küçük bir maket veya bir film gösterisi ile enerji üretiminin nasıl olduğunu anlatan, baraj kapaklarının nasıl açıldığını gösteren bilgilerin de yer aldığı bir oluşum neden yok’ diye geçti aklımdan. İzlemek çok keyifli olabilirdi.
Tabii barajı görünce ne yaşam alanlarının bu sular altında kaldığını da düşünmeden edemiyor insan.



Baraj fotoğraflarının çekimi bitince minibüste 2.5 saat süren yolculukta arkada oturma kirası olan dondurmalarımızı yedikten sonra tekrar Urfa şehir merkezine doğru yola çıktık.

Sırada ‘Balıklı Göl’ vardı. Minibüsten inip göle doğru yürürken bizim arkadaşların gülüşmeleriyle arkama döndüm ki şoförümüz koşa koşa bize doğru geliyordu...Balıklı göl’ü rehberimiz gibi şoförümüz de görmemişti ve çok merak ediyordu.




Balıklı göl ile ilgili okuduğum rivayetlerden biri şöyle;
Nemrut, gördüğü bir rüyayı yorumlatır ve doğacak erkek çocuklarından birinin O'nu öldüreceğini söylediklerinde o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder.
İbrahim peygamberin annesi çocuğunu bir mağarada doğurur, çocuğu burada bırakıp tekrar evine döner. Çocuğu dişi bir ceylan emzirir. Aradan zaman geçer askerler İbrahim Peygamberi mağarada bulurlar. Nemrut'un huzuruna getirirler. Hiç çocuğu olmayan Nemrut ondan hoşlanır ve İbrahim Peygamber'i yanına alıp büyütür.


Nemrut'un zulmü, haksızlığı ve putlara tapışı, halkın da putlara tapmaya zorlanışını gören İbrahim Peygamber insanların kendi elleri ile yaptıkları bu putların Allah olmadığını söyler. Halka bu düşüncelerini anlatır. Nemrut'un evlat edindiği Zeliha ona inanır. Bir tören günü herkesin törene gittiği an Hz İbrahim sarayın putlar bölümüne girer. Bir baltayla bütün putları parçalar. Nemrut Hz.İbrahim'in yakılmasını emreder.
Her taraftan toplanan odunlar Halilürrahman gölü' nün bulunduğu yerde yığılır. Zeliha gece gündüz babasına yalvarır. Ama Nemrut'un yüreği yumuşamaz.

İbrahim, Nemrutun kalesinde bulunan sütunlar arasına gerilen halattan ateşe fırlatılır. Odun yığınlarının ortasına düşer düşmez ateş bir göle dönüşür. Atılan odunlar da balığa dönüşür. Balıklar yandıkları için üzerinde kara lekeler bulunur. Göle Halilürrahman Gölü adı verilir. Zeliha'nın göz yaşlarından oluşan hemen yanıbaşındaki küçük göle de Zeliha'nın göz yaşları anlamına gelen Aynızeliha adı verilmiştir.
Halk inanışlarında göl veya göldeki balıklar kutsal sayılmaktadır.Bu balıklara dokunanların öleceği, yada başına bela geleceğine inanılır.



Hz.İbrahim’in doğduğu mağarayı ziyaret ettikten sonra şifalı sayılan sudan da içtik ve merkezde bulunan Gümrük Han’da Menengiç kahvelerimizi içmek üzere tekrar yola çıktık. Antep fıstığı aroması ile yapılan menengiç kahvesi çok yağlı ve şekerli geldi bana tadını sevmedim.

Akşam üstü ŞANLIURFA İSOT EVİ’ne gittik. Türkiye’nin patentli isotçusuymuş kendisi. Çok renkli bir kişilik. Biber derseniz kızıyor. O, isot satıyormuş.


Bize dakikalarca kendisini ve televizyonda çıkan reklamını anlattıktan sonra isotun nasıl yapıldığını ve diğer biberlerden farkını anlattı. Ama hakkını vermeliyim oradan aldığımız isotlar ve nar ekşisi gerçekten çok başarılıydı.

Akşam yemeği için plan ‘Gülizar Konuk Evi’nde Sıra gecesine katılmaktı. Tabii yerde oturmakta zorlanan arkadaşlarımız olmadı değil...başta benim eşim :)

Maalesef türküler eşliğinde salonun ortasında yoğurulan çiğköfteler tamamen gösteri amaçlı oldu. Çünkü o kalabalıkta bize sadece ikişer adet çiğköfte düştü :(

Çıktığımızda saat 1 olduğundan başka bir yerden çiğköfte yeme şansımız da olmadı. O da aklımızda kaldı böylece:) Tekrar Gaziantep’e otelimize döndük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder