31 Mayıs 2011 Salı

19-22 Mayıs 2011 GAP Turu (4)

 22 Mayıs Pazar

Sabah kahvaltı sonrası Harbiye şelalelerinde yapılan ufak bir gezinti ve fotoğraf çekimi sonrasında saat 10.30 gibi tekrar yola çıktık. Mozaik tablolar ve oniks heykeller yapan bir beyin atölye olarak da kullandığı evini ziyaret ettik.








Samandağ ilçesi, 14 km.uzunluğundaki sahili, St.Simon manastırı ve yakınlarındaki rüzgar gülleri, Titus tüneli ve anıt ağaç ilan edilen Hz.Musa ağacı ile  gerçekten görülmesi gereken bir yer.







Bizim ilk durağımız Aziz Simon manastırı oldu.
Antakya-Samandağ arasında bulunan manastır kalıntıları , Aknehir beldesi sınırlarında bir tepe üzerinde yer alıyor.Tepenin yüksekliği 480 metreymiş. Rehberimiz, Antakyalı Aziz Simon'un bir sütun üzerinde 40 yıl yaşadığını ve ölümünden sonra buraya manastır yapıldığını anlattı.

Efsaneye göre, din eğitimini çok küçük yaşlarda almaya başlayan ve o tarihten sonra kendini tamamen Tanrı'ya adayan St. Simon'un bugün "mucizeler dağı" olarak adlandırılan tepeye gelip, burada yaşamaya başladığı söyleniyor. Adı günden güne herkes tarafından duyulup ziyaretçi akınına uğramaya başlayan St. Simon'un yaşı küçük olmasına rağmen hastalara şifa veriyor olması nedeniyle şöhreti artınca yaşadığı yerin "Mucizeler Dağı" ismini  almış.       

Manastır sonrasındaki güzergahımız Beşikli mağara da denilen Kral mezarları oldu. Mezarlara ulaşmak için biraz yürümemiz gerekti.Yol üstünde gözleme yapan genç kızlar ve defne yağı satan küçük çocuklar vardı.
Dik kayalar oyularak yapılan 93 adet mezar varmış burada.


Kaya mezarlığına oldukça yakın bir yerde bulunan Titus tünellerine gitmek üzere oradan ayrılmadan önce tabii ki gözlemecilerin yanında kısa bir mola verildi ve gözlemeler yenildi:)


Titus tünelleri şehrin sel suları altında kalmasını engellemek üzere yapılmış ve bir kısmı tamamen karanlıkta kalıyormuş. Birkaç arkadaşla beraber bir kısmını yürüdük fakat arkadaşlar bizi beklediği için geri dönmek zorunda kaldık.



Artık öğle yemeğinin vakti gelmişti. Samandağ sahil kenarında bir balık rest. gitmek üzere yola çıktık.
Sahilde yer alan Hızır türbesinin yanından geçtik ve geri döndük. Ben ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki türbenin etrafında bir kez daha döndük ve sonra bir kez daha. Araçlar, yolun ortasında bulunan bu türbenin etrafında 3 kez dönmeden gitmiyormuş.

Burada  Hz.Hızır ve Musa Peygamberin buluştuğuna inanılıyormuş.Her yıl 23 Nisan tarihinde tören yapılıyor, Hristiyanlar  ve müslümanlar  burada ettikleri  dualarının gerçekleşeceğine inanıyorlarmış.

Oldukça uzun bir sahili var Samandağ ilçesinin. Biz türbenin yakınlarında bir balık rest. girdik hemen. Bazı arkadaşlarımız sahile gitmişlerdi fakat bizim önceliğimiz her zamanki gibi yemekti:)
Burada Cemile Hanım,eşi çetin bey, Emre ile annesi ve babası ile gayet keyifli bir sohbet eşliğinde yemeğimizi yedik. Hayatımdaki başka bir ilki de gerçekleştirdim burada. Lagos balığı. Oldukça lezzetli ama birazcık pahalı bir balık...

Yemek sonrası Hıdırbey köyüne gittik. Burada gördüğümüz şey, dere kenarında bulunan ve çevresi 20 metre uzunluğunda olan 'Musa Ağacı' oldu.


Musa ağacı ile ilgili mitolojik hikâyeye göre;
Hz Hızır ile Hz. Musa’nın Samandağ buluşmasından sonra Hz. Musa, Musa Dağı’na çıkmak üzere yola çıkar. Hıdırbey köyündeki Musa Ağacı’nın bulunduğu yere geldiğinde çok susar. Bastonunu bu ağacın bulunduğu yere sapladıktan sonra, hemen yanındaki dereye su içmeye gider. Su içip döndüğünde ise, yere diktiği bastonunun bir çınar filizi haline geldiğini ve yeşerdiğini  görür.
Çevresi 20 metreyi bulunan çınar ağacının içinde yer alan boşlukta eskiden bir köylü berber dükkanı açarak işletmiş.Fakat ağacı korumak adına kökün bir kısmı toprağa gömüldüğünden şu anda böyle bir boşluk yok.

Buraya çok yakın olan Vakıflı Köyü'ne çıktık. 35 Haneden oluşan bu köyün özelliği, nüfusunun tamamı Ermenilerden oluşan tek köyümüz olması.
Ama benim en çok beğendiğim yanı ise çok temiz ve bakımlı olmasıydı.

Köydeki kiliseyi ziyaret ettikten sonra, köyde yaşayan kadınların yaptıkları ve kilisenin avlusunda yer alan dükkanlarda sattıkları likörleri tattık.

Artık Antakya Merkeze dönme vakti gelmişti. Akşam yemeği için arkadaşlar tekrar Anadolu Rest.yerlerini almıştı.
Ben  rehberimize ısrarla Antakya'nın dar sokaklarını görmek istediğimi söyledim. 'Asi' dizisinde görüp bayıldığım o dar sokakları ve taş evleri görmeden dönmek istemiyordum.


Israrımı anlamayan arkadaşların bakışları arasında rehberimiz, eşim ve ben  'Eski Antakya' denen şehir meydanının üst kısmını gezmek üzere yola çıktık...


Antakya sokaklarında dolaşırken önünden geçtiğimiz bir evin kapısının üstünde gördüğüm tokmak ilgimi çekti.
Diğer evlerden farklı gözüküyordu.Rehbere sorduğumda cevap alamadığım  için ben de dönünce araştırdım yine...


Kapı kanadı üzerinde rastlanan çift tokmaklardan büyük olanını eve gelen beyler, küçük olanını hanımlar kullanırmış. Bunun anlamı örneğin evde, avluda, başı açık hanımlar topluca sohbet ediyorlarsa, çalınan büyük tokmak sesi dışardan gelenin bir erkek olduğunu içerdekilere belli edermiş. küçük tokmak sesi de bir hanımın eve geldiğini fısıldıyor. Kapı açılana dek beylerin toparlanmalarını sağlıyormuş.
Tokmaklar arası iki kanada bağlı ip veya bezler ev sahibinin dışarda olduğunu belirtir, diğer bir değişle "evde yokum" mesajını iletirmiş. Tek tokmakta bağlı aşağı sarkan ip, "kapıyı çalabilirsiniz evdeyim" demek oluyormuş.

Dar sokaklarda yürümek çok hoşuma gitti.'Israrcı olmakla ne iyi yapmışım' diye düşündüm.


Yürüyüşümüz sırasında dikkatimizi çeken başka bir şey de 'Yabancılar Geri Gönderme Merkezi ' tabelası oldu. Ülkemizde böyle bir kurum olduğunu öğrenince çok şaşırdım. Mültecileri geri gönderme merkezi...

Eşimin babası daha önce burada Milli eğitim bakanlığı  yapmış. Bu nedenle Milli Eğitim Müdürlüğü binasını görmek istedik fakat eski binayı bulamadık gördüğümüz bina yeni Milli Eğitim Müdürlüğü binasıydı.


Yeni Milli Eğitim Müdürlüğü binası yemek yediğimiz yere çok yakındı ve resimlerini çektikten sonra  arkadaşlarımızın yanına dönerken merkezde bulunan Pavlus Ortodoks kilisesi önümüze çıktı.


Bu kilisenin giriş kapısının üstündeki levha, sanırım farklı dinlerin bir arada yaşayabilmelerini sağlayan hoşgörüyü ortaya koyuyor.



Vaktimiz sınırlı olduğu için gezme şansımız olmamasına rağmen dışarıdan gördüğümüz diğer bir kilise de Protestan Kilisesi oldu.


Kısa gezimiz bittikten sonra arkadaşlarımızın yanına döndük. Bazıları dondurulmuş içli köfte ve künefelerini paketletmişti bile:)

Maalesef dönüş için havaalanına geldik. Ama sürprizler bitmiyor. Antakya Havaalanı o kadar güzel ki. Türkiye'de büyükşehirler dışında da böyle bir havaalanı  olduğunu görmek çok hoşuma gitti.

Evet bu geziye büyük hayallerle başlamış ve kısa zamanda da büyük hayal kırıklığına uğramıştık ama çok yer gezdik. Bu yerler hakkında edindiğimiz bilgilerin hepsini döndükten sonra edinmiş olsak da, rehberin tavırlarına bazı zamanlar sinirlensek de zor zamanların insanları birbirine bağladığının kanıtı olduk. Pek kaynaştık ve yaşadığımız her sıkıntı ya çok hem de çok güldük ... 

Gördüğümüz güzel yerler hafızamızda kalacak ama sanırım ben en fazla bu turda tanıştığım Çetin Bey 'in hikayesini hatırlayacağım. Kimbilir belki bir gün Çetin Bey'in hikayesini de yazarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder